23 Mayıs 2012 Çarşamba

YOL HİKAYELERİ (İZMİR - BODRUM - ANTALYA bölüm 3)

~~ İZMİR - BODRUM - ANTALYA TURU ~~
MACERANIN 3. GÜNÜ:
Sabah erkenden uyanıp elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra çadırımızı topladık. Bisikletlerimizi yükleyip yeniden yola koyulduk. Mis gibi temiz havayı soluya soluya ciğerlerimizi temiz havayla doldurduk. Ah bir de yanımızdan gübre dolu traktör geçmeseydi. :) Çok daha güzel olacaktı ama olsun. O da lazım diyip devam ettik yolumuza. 16 km kadar yol gittikten sonra Muğla – Yatağan - Milas ayrımına gelmiştik. Yatağan yönünde ilerledik. Yaklaşık 5 km boyunca sürekli inişimiz vardı. Sabah sporumuzun bir kısmını gerçekleştirdik tabiî ki oraya gelene kadar. Ufaklı büyüklü yokuşlarımız olmuştu. O 5 kilometrelik yokuşu inip bacaklarımızı dinlendirdikten sonra yolu takip ederek şehir merkezinin dışında kalan elektrik santralini gördük. Ve sonrasında da git gide dikleşen yokuşlu ve mıcırlı yollarımızın yeniden başladığını.. İlk yokuşumuz 500 metre civarıydı. O yokuşu çıkınca kendimizi ödüllendirdik. Ve sabahın erken saatinde hava soğuk olur diye giydiğimiz kalın şeyleri çıkardık önce. Sonra da durduğumuz yol kenarında küçük bir kahvaltı molası verdik. Bisküvi, su falan atıştırdık biraz. Ve toparlanıp yeniden yola koyulduk. Tabi yol kenarındayız ya, bizi görenler turist falan sanıyorlar. Arabalarının camlarından çıkıp “Hello.” diyenlerle çok karşılaştık. Komikti doğrusu. Yeniden yola çıktık. Bir inip bir çıktığımız yollarda en çok hoşuma giden şeylerden biri de yoldaki köpeklerin bizi görüp bize doğru koşturmalarından sonra bendeki adrenalinin yükselmesi ile beraber bacaklarımın bir anda daha hızlı pedal çevirmesi ve benim hızlanmamdı. Çok hoşuma gidiyordu. 15 ile çıktığım yokuşu 20 ile çıkmaya başlıyordum. :) Aynısı yine denk geldi. Yol kenarındaki tarlanın köpekleri bizi gördüler. Önce havlamaya başladılar. Ve önce önden giden Barış’a sonra da bana havlayarak peşimizden koştular. Önce yokuş inip sonra da karşı taraftaki yokuşa çıkmaya başlayınca gayet işe yaramışlardı köpekler farkında olmadan. Yollar sürekli inişli çıkışlıydı. Epey pedal çevirdik. Ormanlık bölgeden dışarı çıktık. Zannediyorum ki çevre yolu gibi bir yoldaydık. Dik bir yoldu. 3 şerit gidiş, 3 şerit de geliş için yol vardı. Biz yolun en sağından tırmanıştaydık. Barış benimle arasındaki mesafeyi hayli aşmış yaklaşık 600 metre ötedeki benzinlikte beni bekliyordu. Ben de havanın sıcaklığının etkisi ve sırtımdaki çantanın verdiği yorgunlukla çok yavaş çıkıyordum. Güneş tepemdeydi. Güneşten gözlerim kamaşıyordu. Ben benzinliğe odaklanmıştım. Sonra bir anda bir araba yokuş aşağı inerken direksiyonu üzerime kırdı ve yolun ortasındaki V şeklindeki su giderine girerek 360 derece dönerek kaymaya başladı. Üzerime gelerek kayan tekerlekleriyle bana mıcır fırlatmaya başladı. Bana 2 metre (yani 1 şerit kadar yakın) kala durabildi. Şoför şok olmuştu. Ki ben de şoktaydım. Ben hala yokuş çıkıyordum. Birkaç pedal daha bastım ve durdum sonra. Yüzüm şoktan dolayı uyuştu bir an ve bembeyaz kesildim oracıkta. Barış hemen geldi bisikletiyle. Benzinliğe 400 metre falan vardı. Benzinlikten de koşarak geldiler. Su falan getirdiler yanlarında. Adama da bana da su içirdiler. Elimizi yüzümüzü yıkadık. Ama adam arabadan inip arabasının orasına burasına baktı hemen var mı bir şeyi diye. Sonra araba gerçekten sağlam bir arabaymış ki hiçbir şeyinin olmadığını gördük hepimiz. Sadece tekerleklerin yanaklarında biraz sürtmeden kaynaklanan yanıklar vardı. Hepsi o. Ben kendime gelince benzinliğe doğru çıkmaya başladık. Oradaki diğer kişiler de adamın kendine gelmesi için benzinliğe çağırdılar. Adam benzinliğe gelince oradakilerle konuşurken duyduklarıma inanamadım. Meğer adam bir benzin istasyonunda çalışıyormuş. 24 saat çalışmış 1 gün önceden. Uykusuzmuş. Milas’tan çıkıp Çine’ye gidiyormuş. Uyuyakalmış ve direksiyon hakimiyetini kaybetmiş. Daha da kötü olabilirdi. Ben orada arabanın altında da kalabilirdim. Allah’a çok şükür. Ucuz yırttım diyebilirim. Sonra biz benzinlikte biraz durup mola verdik. Cep telefonlarımızı şarja taktık. 45 dakika kadar mola verdikten sonra sularımızı tamamladık ve oradakilerle bayramlaşıp vedalaştıktan sonra yeniden yola koyulduk.

Yine inişli çıkışlı yollarda ilerlemeye başlamıştık. Derken Milas’ın girişindeki piknik alanına yaklaşmıştık. Yol yapım çalışmaları falan vardı. Bizi yavaşlatıyordu. Ama toprak yolda cross yapıyorduk sanki. Güzel gidiyorduk. Birkaç kilometre daha ilerledikten sonra kendimizi bir dağın zirvesinde bulduk ve önümüzde harika bir iniş vardı. Yolun sağ tarafı uçurum, sol tarafı da tahmin edeceğiniz üzere dağdı. Barış’ı o yolda tutabilene aşk olsun. Beni de tutamadılar tabi :) . Ama o benden önde gittiği için yokuşu benden önce bitirdi. Ben ise yolun tadını çıkardım. Arkamdan gelen araçlar gayet saygılı bir biçimde bana yol verdiler her defasında ve uygun bir yer olmadığı sürece beni geçmediler. Ben saatte 89 kilometreyi görerek o yolda kendi rekorum olan 82’yi geçmiştim.. Çok mutluydum. Adrenalin yüklüydüm :) Bu da beni mutlu etmişti. Yokuş bitimine kadar 2 şarkı söylemiştim baştan sona. O kadar mutluydum. Öyle anlatayım. Yokuş bitiminde Barış’ı görmeliydiniz. Adam yatırmış bisikletini. Çıkarmış çantayı da. Bisikletine dayanmış, uzatmış ayaklarını da. Orada güneşleniyordu adeta. Biraz mola verip etrafımıza baktık. Ben de GPS üzerinden ne kadar yolumuz kaldı ona bakıyordum. Biraz su içip yeniden yola koyulduk. Ve Milas’a girdik. Milas merkezindeki lambalarda durup merkezde biraz göz gezdirdik. Sonra da yolumuza yeniden devam ettik. Fakat ben acıkmıştım. Bisküvim de kalmamıştı. Yol kenarındaki evlerden birinin bahçesinde mandalina ağacı vardı. O kadar büyük ve güzeldi ki anlatamam. Mandalinalar da harika görünüyordu. Barış ile aramda 50 metre mesafe vardı. Ona seslendim ama duymadı. Ben de durup mandalina ağacının sahibini bulmak için evin bahçesine girdim. Ev sahibini bulamadım evde ama kiracısının izniyle durumu anlatarak biraz mandalina topladım. Hem kendim için hem de Barış için üzerimdeki reflektif yeleğin ceplerini tamamıyla doldurmuştum. Barış da beni Milas – Bodrum yolu üzerinde ilk yokuşun ortasında bekliyordu. Gittim yanına, anlattım durumu. Güldü. Ama o mandalina sevmiyormuş. Yani anlayacağınız tüm mandalinalar bana kaldı. Kokusu bile hoşuna gitmiyormuş. Ben de verdiğimiz her molada mandalina yedim ona inat. :) Ve git gide yaklaştığımız Bodrum’un tabelalarını görmeye başladık yavaş yavaş. Bodrum’a girmeden önce çok güzel yollardan geçtik. Yollar dümdüzdü. Hele bir yokuş var ki sormayın gitsin. İnişi çok zevkliydi. Tekerleklerimden gelen ses beni o kadar mutlu etti ki, bisikletim de ben de gerçekten çok iyi eğlendik o yoldan inerken. Epey bi gitmiştik ki Güllük diye bir yer var, oradan çıkmıştık. Lastiğimin bir anda indiğini gördüm. Barış ile de aramızda yaklaşık 100 metre mesafe vardı. O önden gidiyordu. Onu aradım ve durumu belirttim. O da hemen geldi yanıma ve çare düşünmeye başladık. Hemen çantamdaki yedek lastiği çıkartıp takmak için iç lastiği söktüm. Bir de ne görelim, lastik yarılmış. Mecburen tek lastikle gidecektik kalan yolumuzda. Hemen lastiği değiştirip 50 metre gerideki benzinliğe gidip oradan hızlıca şişirdim. Geri gelip taktım ve hemen yolumuza devam ettik. Sonrasında yaklaşık 10 kilometre yol ilerledik. Dik rampaların olduğu meşhur Bodrum yolu başlamıştı sonunda. Ünlü hotel ve otellerin olduğu bölgeye girmeden önce son kez durup mola verdik ve çevremizi gözledikten sonra birkaç fotoğraf çekildik. Sonrasında yolumuza devam ettik. Ben tabi enerji versin diye mandalina yemeye devam ediyordum her fırsatta. Akşam olmak üzereydi. Hava kararmaya başlamıştı. Bir yandan da akşamı nasıl geçireceğimizi düşünüyordum. Nasıl ve nerede? O soru işaretleriyle biraz daha pedalladıktan sonra Güvercinlik diye bir yer var, oraya vardık. Bodrum artık çok yakındı. Biz Bodrum’a yaklaştıkça pedallarımıza daha hızlı basıyorduk. Ki bir an önce varalım, hava kararmadan biraz gezelim. Derdimiz gezmekti Bodrum’da. :) Sonrasında Güvercinlik’ ten de çıktık ve Bodrum tabelasını gördük. Artık Bodrum’daydık. Hemen merkeze yönelip bisikletlerimizi ve kendimizi rahatlatma derdine düştük. Gezmek ikinci plana düştü. Çünkü bisikletlerimiz yorgun, biz ise açtık. Yiyeceğimiz tükenmişti. Bir tek suyumuz vardı. Ama o da bitmek üzereydi. Garaja gidip oradakilere nerede yemek yiyebiliriz diye sorduk. Ben Bodrum’a ilk kez gitmiştim. Ama yön açısından 6. hissime çok güvendiğim için çoğu şeyi bulmakta hiç zorlanmam. Yemek yiyeceğimiz yeri bulduk. Bir şeyler atıştırdık. O arada bisikletlerimiz de dinlendi. Yemek sonrasında da hemen kalkıp etrafı gezmek istedik. Yaptığımız ilk şey kaleye gitmek oldu. O kaleyi çok merak ediyorduk. Ama akşam olduğu için gezmek pek mümkün olmadı. Sadece biraz fotoğraf çekildik. Sonrasında mola verip çadır kurabileceğimiz yerleri gözden geçirdik. Deniz kenarında bir yer bulmaya çalıştık. Çevredeki esnaflara sorduk, fakat pek yardımcı olamadılar. O arada hem çevreyi geziyor, hem de çadır kurulabilecek yerleri keşfediyorduk. Kaleden biraz daha ileride yeşillik bir alan bulduk ve çadırımızı oraya kurmaya karar verdik. Biraz etrafta dolaştıktan ve fotoğraf çektikten sonra gece fazla geç olmadan yatıp dinlenelim dedik. Sonrasında da saat 23:30 gibi yatıp uyuduk.  
Devamı yarın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SAYFALARIMIZ